Sağdaki fotoğrafta çocuğun başında açlıktan ölmesini bekleyen bir akbaba var. Soldaki fotoğrafta da Filistinli bir çocuğu öldürmek niyetiyle boğazını sıkan bir siyonist İsrail askeri var.
Sağdaki fotoğraf ile Pulitzer ödülü alan Kevin Carter 1 ay sonra intihar ediyor. Kevin fotoğrafı çektikten sonra akbaba uçup gidiyor. Çocuk birkaç km. ilerideki BM yardım kampına ulaşmaya çalışıyor, ancak ulaşamıyor ve ölüyor. Soldaki fotoğraftaki çocuk ise İsrail askerleri tarafında götürülüyor ve bir daha akıbeti bilinmiyor.
Sağdaki fotoğrafı çeken Kevin çocuğun akıbetini soranlara "bilmiyorum" cevabını verince eleştiriler ve baskılar çoğalıyor. Destekçileri de olsa en sonunda sorulara, baskılara ve vicdan azabına dayanamayıp intihar ediyor.
Soldaki fotoğraftaki çocuğun akıbetini ise bırakın fertler, dünya devletleri bile sormuyor, soramıyor. Başındaki bir hayvan, bir akbaba değil belki ama ondan daha zalim bir canlı var. Siyonist, zalim bir İsrail askeri!
Neden mi zalim? İzah edeyim; mesela yukarıda, sağdaki fotoğraftaki akbaba bir hayvan ve karşısında da açlıktan dolayı ölmesini beklediği bir siyahi çocuk var. Herkes bilir ki akbaba yaratılışı itibariyle genelde ölmüş canlılar ile beslenen ve bu şekilde de bir anlamda mikropların ve hastalıkların yayılmasını önleyen tarafıyla da doğa için de faydalı bir hayvan. İşin bu tarafından başka bizim yazı konumuzla ilgili olan tarafı da şu ki, akbaba yaratılışı itibarıyla her ne kadar vahşi olmuş olsa da yine de merhametli bir hayvan. Çünkü, önünde mecali kalmamış haldeki o çocuğu güçlü gagası, pençesi ile anında parçalayacak ve pençesi ile kapıp götürecek güce sahip bir hayvan. Ama bunu yapmıyor ve çocuğu geriden seyrederek, belki de ölümünün gerçekleşmesi bekliyor. Bu gerçekleşmiş olsa ondan sonra fıtratının gereğini yapacak. Bu da gösteriyor ki, doğası gereği ne kadar vahşi olsa da bir akbaba da merhametli olabiliyormuş.
Bu fotoğrafın beni düşündüren diğer bir yönü de fotoğrafı çeken kişinin yani Kevin’ın o anki ve sonraki ruh hali, yani psikolojik durumu. Olaya müdahale etmeden oradan ayrılmasının, beki de pişmanlığının onda yarattığı depresyon hali ve bunu telafi edemeyişinin neticesinde üzüntüsünden dolayı intihar etmesi.
Peki ya sağdaki fotoğraftaki mahluk! Mahluk kelimesini özellikle kullanıyorum, çünkü bu tip bir yaratığa hayvan demek, hayvanın bile en vahşi görünenine hakaret etmek gibidir. Acaba bugüne kadar kaç masum, savunmasız, çaresiz Filistinli çocuğu katletti veya sakat bıraktı. Yada, bundan zerre kadar pişman oldu mu, yoksa katlettiği her çocuk için zevk mi duydu?
Vahşi bir hayvan bile savunmasız ve aciz birine merhamet edebiliyorken, bu insan görünümlü mahluklar kendi üzerlerinde son teknolojik savunmalı kıyafetleri, silahları vs. varken hem fiziken hem de ellerinde hiçbir silah teçhizatı vs. olmayan küçük ve zayıf bir çocuğu bu denli taciz ederek gaddarca muamele etmesi hiçbir insani hal ile uyuşuyor mu?
Bu fotoğraftakiler çok hafif görüntüler. Özellikle zayıf ve savunmasız çocuklara, kadınlara, ihtiyarlara bu fotoğraftakinden çok daha zalimce ve alçakça muamele eden mahlukları sizler de çokça görmüşsünüzdür.
Dolayısıyla da bir tarafta vahşi bir hayvan olarak bildiğimiz akbaba ile görüntüde insana benzeyen ama ruh ve karakteriyle insani hiçbir vasfı olmayan bu zalim Siyonist askeri kıyaslayacak olursak defalarca kez akbabanın ondan daha merhametli olduğuna şahitlik ederiz. Zalimlikte hiçbir yaratık bir Siyonist İsrailli ile başa edemez.
Bu yaratıkları Yüce Yaratıcımız ne güzel tarif etmiş. "Esfel-i Safilin" yani ne insan demiş ne de hayvan. "Yaratılmışların en aşağısı" olarak tarif etmiş.
Fotoğraftaki çocuğa bu zulmü yapan esfel-i Safilin yaratıklar da, zulme uğrayan çocuklar da Filistin'de, Gazze'de ki sıradanlaşan (hatta daha dayanılamayacak olanlar var) hadiseler.
Hatta hepimiz bu tip fotoğraflar, görüntüler sıradan hale gelmedi mi?
Çünkü her gün televizyonlarda, sosyal medyada bunun gibi ve buna benzer, hatta çok daha beterini görmeye o kadar çok alıştık ki, artık izlerken ne çayımızı ne elimizdeki işimizi ne de etrafımızla ilgimizi bile kesmiyoruz. Çünkü alıştık, alıştırıldık, olağan görmeye başladık.
Hatta her gün gördüğümüz katledilen çocuklar, parçalanmış cesetler, yan yana dizilmiş onlarca kefenli veya kefensiz ölüler, artık tek tek gömülmenin yetmediği ve toplu defnedilen insanları seyretmek bize bir korku filmi seyretmekten daha sıradan gelmeye başladı. Belki arada bir içimiz cız etti ve o da kendimizi psikolojik tatmin etmek için yetti. Sonra biz de alıştık!
Kimileri ise McDonalds’tan, Burger King’den siparişlerini ısmarladı, kolasından bir yudum çekti ardından da Starbucks kahvesini içerken yine bir Amerikan yahudisi Philip Morris ürünü sigarasından derin bir nefes çekerek “Ya onlar da vatanlarını satmasalarmış” diye derin tarih bilgisiyle ahkam keserek vicdanını ve insanlığını da o üflediği sigarının dumanından daha kirli bir şekilde atmosfere yayılıp karıştırdı.
Bunun nedeni, o fotoğraftaki çocuk ile belki de ne insani ne de vicdani bir bağı olmadığından olabilir mi?
Bir zamanlar, o çocuğun dedelerinin topraklarını türlü hile ve zorlamalar ile alanlar bundan tatmin olmamışlar ki, şimdi de onların torunlarına zulmediyorlar, hatta kim daha çok öldürecek diye aralarında iddia ve yarış yapan hasta ruhlu psikopat siyonistler var.
Acaba “onların dedeleri de topraklarını satmış” bilgeliğiyle ahmakça yorum yapanların dedelerinden kalma toprakları için yarın düşmanla karşı karşıya kaldıklarında Filistinliler, Gazze’liler gibi yiğitçe, cesurca savunabilecek iman ve cesaretleri var mı?
Peki, ya başka milletlerin halklarına, çocuklarına bile merhamet etmeyecek kadar ırkçı ve merhamet yoksunu bu çok bilenlerin dedeleri torunlarının, bir zamanlar kendi durumlarındaki gibi mazlum ve savunmasız durumda olan bir milletin durumuna neredeyse sevinecek hale gelen kendi torunlarının şimdiki halini görse ne derlerdi?
Olmasını tabi ki istemeyiz ama biraz olsun empati kurabilmek babında şunu yapabilsek! Mesela, o zalimin gırtlağını sıktığı küçük çocuğun fotoğrafının yerinde bizim çocuğumuz, kardeşimiz, hadi en hafifiyle bir akrabamızın çocuğu olduğunu var saysak. Acaba o zaman orada yaşananlar ve orada bu zulme uğrayanlar hakkında nasıl bir bakış açımız olurdu.
Şöyle düşünün ki, o çocuğun annesi, babası, kardeşleri ve akrabaları fotoğrafa bakarken kendilerinin evlatları olduğunu görünce sizce bu fotoğrafa nasıl tepki verirlerdi?
Biz, yakın çağ ve eski yüzyıllarda olan savaşları, yaşanan sürgünleri okuduk, duyduk ve izledik. Ama belki de böylesi alçakça bir savaşı ne duyduk ne gördük.
Dünyanın hiçbir kurumsal ordusu bu kadar başıboş, kontrolsüz, zalim ve alçak olamamıştır. Bu tip bir yapılanmaya ordu değil olsa olsa eşkıya sürüsü, terörist bir çete örgütü denir. Ayrıca zerre misali onur ve haysiyeti olan hiçbir millet, devlet, ordu kendine düşman olarak çocukları ve kadınları görmez, görmemelidir. Bu alçaklıkla beraber korkaklığın da bariz göstergesidir. Kendilerince o çocukların büyüdükleri zaman kendilerine düşman olacağını düşünmek bu korkaklığın daha da katmerli halidir. Hatta firavunvari bir korkaklıktır. Ama unutulmasın ki yaptıkları bu zulümlerle kendilerine sadece Filistin’de değil, dünyanın her yerinde yeni düşmanlar ediniyorlar.
Firavun bir rüya görür ve bu rüyasını yorumcularına anlatır. Onlar da "İsrail oğulları içinde bir çocuk doğacak ve senin saltanatına son verecek" diye yorumlarlar. Firavun da zaten zalim birisi olduğu için emir verir ve o yıllarda doğan bütün çocukları gaddarca öldürtür. İşte Hz. Musa da o yıllarda doğar. Zavallı annesi de öldürülmesin diye onu bir sandığın içine koyar ve Nil nehrine bırakır. Akıntı da bu sandığı sürükleyerek firavunun sarayına kadar götürür. Firavunun karısı Asiye de bu sandığı görür ve içindeki çocuğun çok güzel olduğunu görünce çocuğu sahiplenir ve evlat edinir. Hikayenin sonucunu biliyorsunuz. Hz. Musa firavunun sarayında büyür ve bir müddet sonra Tur dağına çıkar orada kendisine peygamberlik nazil olur. Ardından da Firavun ile Hz. Musa'nın mücadelesini çoğumuz biliyoruz.
Burada anlatmak istediğim şu ki, vakti zamanında Firavunun İsrail oğullarına yaptığı zulmü, bugün kendilerinin İsrail oğullarının devamı olduğunu söyleyen siyonistler, o günlerde firavunun yaptığının bin beterini Filistin halkına, kadınlara ve özellikle de çocuklara yapıyorlar. Ama bilmedikleri bir şey var ki, bugünün siyonistleri o zamanın firavunları gibi, o günün israiloğulları da bugünün Filistin halkı gibidirler. Ve her doğan çocuk da onlarla mücadele eden birer Musa olacaklardır. Çünkü o zaman bugünkü haliyle bozulmamış bir dinin müjdeleyicisi, Hz. Musa ve ona tabi olan kavmi aynen müslümanlar gibi iman ediyor, ibadet ediyor ve Allah'ı tek ilah olarak tanıyıp, şahadet ediyorlardı. Ama bugünkü Siyonist kavim kendilerini her milletin üstüne görmeleri, bütün insanlığın kendilerine hizmet için yaratıldığını, dünyanın tek sahibi olduklarını ve hatta özellikle müslümanların canlarının ve mallarının kendilerine helal olduğunu, müslüman öldürmenin (buna çocuk, hatta hamile kadın dahil) sevap olduğuna inanacak kadar vahşet duygularına dini alet eden bir kavim. Bu sapık ve vahşi inanışlarından olsa gerek bazıları üzerinde, hedefte hamile kadın olan ve "tek atış, iki hedef" yazılı tişörtlerle dolaşacak kadar cani ve psikopat bir topluluk.
Bu zalim ve acımasız terör devletinin yaptıklarını yazmaya ciltler dolusu kitaplar yazılsa yetmez. Bizim yazdıklarımız da ancak bu zalimlerin zulümlerinin hala farkında olmayan ya da "benim meselem değil, bana ne" diyecek kadar duyarsız, mankurtlaşmış savunacak ne milli ne manevi değerleri kalmamış, sanki hipnoza maruz kalarak toplu uyutulma seansını ile duyarsızlaşmış birilerini silkeleyip uyandırabilirsek ne ala.
Yazımı Allah dostu, Yunus Emre'nin sözü ile sonlandırıyorum.
Ne güzel demiş; ZULÜM İLE ABAD OLANIN AHİRİ BERBAD OLUR"